Öykü Yazarlarıyla Söyleşiler (8): Mevsim Yenice

“Hemen hemen anlatılacak her şey, söylenecek her söz, önceden birileri tarafından parsellendi. Bize farklı bakış açısıyla, başka bir dille anlatmak kaldı.”


Edebiyat dergilerini takip edenlerin 2015 yılından beri öykülerine aşina olduğu Mevsim’in hem Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’nde iki yıl üstüste farklı öykü dosyaları dikkate değer bulundu, hem de AltKitap Öykü Ödüllerinde bir öyküsü (“Açık Artırma”) birinciliğe layık görüldü. Henüz “kitapsız”ken kendisiyle buluşup, öykücülüğüne ilişkin bilgiler almak istedim.

Seni ilk tanıdığımda 2015 yılında altKitap ödül töreninde birinci olmuştun. “Açık Artırma” isimli öykün, gerçekten harikulade bir fikirden yola çıkılarak yazılan bir öykü. Yazarlığının miladı olarak o günü belirlesek, önce geçmişe gidelim istiyorum. Bana göre yazma uğraşı, yazdığını yayımlatma kısmından çok bağımsız. Yaratım anlamında, insanın kendisiyle cebelleştiği bir süreç. Yazmaya başladığın o zamanlardan, ilk ödülünü alana dek geçen zamanı düşündüğünde, yazdıklarını yayımlatabilir değerde gördüğün o ilk an’ı anlatır mısın? İlk öykünü (2014 yılının Aralık ayında altzine’de yayınlanan “Çizgilere Basmadan Yürümek”) insanlarla paylaşmaya nasıl karar verdin?

Yaratma sürecim çok eskiden başladı aslında. Çocukluğumdan bu yana kendimce bir şeyler yazıyorum. Ama yazdıklarımı birer öyküye dönüştürme çabası 2014 yılının ortalarına denk geliyor. Murat Gülsoy’un Yaratıcı Yazarlık Atölyesi bu konuda attığım ilk adım oldu. Atölyeye başladığımda aslında bir şekilde artık öyküler benden çıkıp okuyucuyla buluşmuş oldu. Geri dönüşü olmayan bir yol. Altzine’i eskiden beri takip ediyordum. 2014’ün Kasım ayında bir sonraki sayının “çizgi” temasında olacağını görünce temaya uygun bir öykü yazdım ve atölyede arkadaşlarıma okudum. Yorumlar olumluydu. Ardından şansımı denemek için öyküyü altzine’e yolladım. Yayımlandığını gördüğümde çok sevindim. Ama dediğim gibi o öykü dergiden önce atölyedeki arkadaşlarımla paylaşılmıştı zaten. Yani atölyede aldığım yorumlar, öykülerimi dergilere göndermem için cesaret verdi diyebilirim.

2014 yılının Aralık ayında altzine’de ilk öykünün yayımlanmasından “Açık Artırma” isimli öykünün ödül almasına kadar geçen sürede yazmak konusunda kendini nasıl geliştirdin? Bu süreçte edebiyatla ilgilenen yeni arkadaşların oldu mu? Edebiyatına katkıları olduğuna inanıyor musun?

Aslında iki öykü arasında çok uzun zaman yok. İki ay kadar bir süreç var. O sürede okumaya, atölyeye ve yazmaya devam ettim. Süreç kendiliğinden gelişti. En güzel yanı da bu sanırım. Atölyedeki arkadaşlarımın, ki iki yılın sonunda artık dostum oldular, katkısı göz ardı edilemez. Benim için edebiyat en çok da etkileşim işi sanırım.


Arkadaşlardan konuşmuşken, kendisi de bir öykücü olan Engin Türkgeldi ile birlikte yazdığınız iki öykü var altzine’de. “Yeni Kent” (Eylül 2015 altzine Sonbahar) ve “Tıkır Tıkır Tıkır Tıkır”. (Mart 2016 altzine İlkbahar) Birlikte öykü kurgulama kararı almak kimin önerisi? Önerinin öyküye dönüşü nasıl gelişti?

Engin de ben de altzine için aynı temada birer öykü yazacaktık. Yazacağımız öyküler hakkında sohbet ederken, birbirimizin kurgusundan heyecanlanıp öykülerimizi birleştirmeye karar verdik. Yeni şeyler denemeyi, kendini zorlamayı seven kişileriz ikimiz de. Yazma disiplinlerimiz oldukça farklı. İki ayrı tarzı tek kişi yazıyormuş gibi aynı dile indirgemek, kafamızda kurduğumuz ön taslağın yazarken nerelere gittiğine, neye evrildiğine şahit olmak, yeni fikirler, neler yapabileceğimizi görmek çok eğlenceliydi. Güzel de tepkiler aldık. Bir süre sonra da başka bir temada tekrar denedik. Belki sonra tekrar deneriz. Arada sohbet ederken aklımıza güzel fikirler gelmiyor değil. Öykü yayımlandıktan sonra benim açımdan en eğlenceli kısım da, insanlara “Sence ben bu öykünün hangi kısmını yazmışımdır?” diye sormak oluyor.

İnternetteki en nitelikli edebiyat neşriyatlarından birisi olan altzine’in hakikaten özel bir yeri olmalı sende. Uzun yıllardır devam edebiliyor oluşunu çok değerli buluyorum. Altzine için sen neler düşünüyorsun?

Bana göre herhangi bir tema üzerine yazmak, kurgu açısından zihni zorlayan bambaşka bir disiplin. Yazarlık sürecime çok şey kattığına inandığım bir durum. Benim için bir tür oyun, kendini aşma hali. Ayrıca belli bir tema üzerinden, öyküsü başka yerde yayımlanmamış yeni yazarlara zemin sağlamak açısından altzine’in senelerdir yapmaya çalıştığı ve başardığı şeyi ben de çok değerli buluyorum. Ama daha da önemlisi, benim için her şey zaten altzine ile başladı. Daha fazla ne diyebilirim ki! İlk öyküm, aldığım ilk ödül, ilk jüri deneyimim. O dönem “devam etmem” için birilerinin bana bunu fısıldaması, inanması gerekiyordu sanki ve altzine bunu sağladı. Benim için çok özel diyebilirim.

İkinci aşamayı belli bir çevre tarafından kabul görmeye başlamak olarak düşünürsek, yazmayı sürekli kılmak senin için nasıl mümkün oluyor? Bu alanda çok çalışmak mı senin en büyük yardımcın yoksa yeteneğin veya ilhamın daha büyük oranla işine yaradığında inanan yazarlardan mısın?

Yetenek konusunda kendimle ilgili beylik laflar etmem anlamsız ve komik olur. En güzel cevabı zaman verecek. Ama ilham için şunu söyleyebilirim, en çok müzik, sinema ve elbette edebiyat eserlerinden ilham alıyorum. Bir de gözlemlemek. İnsanların basit ama gizli kalmış yanlarını keşfetmek beni çok heyecanlandırıyor. Bir sahne veya bir cümle önce bir duygu olarak yer ediyor içimde, kısa süre sonra da kurguya dönüşüyor. Çalışmak konusuna gelince, benim yazma sürecim disiplin ve istek üzerine kuruldu. Bazen daha en başından çöpe gideceğini bildiğim bir yazıyı yine de çalışma olsun diye yazıyorum.

Bildiğim kadarıyla lisans eğitimin Fizik üzerine. Edebiyat okumuş olmayı ister miydin?

Sanırım istemezdim. Farklı ve kendimce haklı saydığım sebeplerden ötürü Fizik okumuş olmaktan memnunum. Başka bir bölüm seçecek olsam yine edebiyat olmazdı. Edebiyat benim için bir tutku olduğu için bu kadar zevk alıyorum. Akademik bir huzursuzluğa dönsün istemezdim. 

Yazdığın tür dışında başka bir türde yazmayı düşündün mü? Novella, roman, şiir?

Az evvel yetenekten söz etmiştik ya, işte o burada devreye giriyor. Şiir konusu benim için tamamen yetenek işi ve o yetenek bende yok. O yüzden şiir yazmaya hiç yeltenmedim bile. Üzerinde çalıştığım ve aslında birbirine bağlı öykülerden oluşan bir novella çalışmam var. Romana gelince, neden roman yazmadığımdan ya da bir gün yazıp yazmayacağımdan emin değilim ama neden öykü yazdığımla ilgili saatlerce konuşabilirim.

Öyküde farklı anlatım şekilleriyle ilgili düşüncelerin nedir? Okuyabildiğim öykülerinin neredeyse tamamı birinci tekil şahıs. Genelde yazanlara birinci tekil şahıs tehlikeli olarak anlatılır. Üçüncü tekil şahıs daha güvenlidir, denir. Ne düşünüyorsun?

İkinci ve üçüncü tekil şahıs anlatımı olan öykülerim de var ama çoğunlukla birinci tekil, “ben” anlatıcı kullandığım doğru. Bence okurun elinden tutup benimle birlikte o dünyada gezinmesini sağlayabileceğim en güçlü yol bu. Bir de anlattığım öyküler, ben anlatıcının etkili olduğu öyküler. O yüzden öyle yazıyorum. Ama anlatımı sadece anlatıcı ile sınırlamak istemem. Sen “farklı anlatımlar” dediğin an, neyin nasıl anlatıldığı meselesi geldi aklıma. Ne kadarını gördüğün ve gördüğünü nasıl anlattığın. Kendim okuyucu olarak da bu konuya oldukça takıntılıyım. Çünkü hemen hemen anlatılacak her şey, söylenecek her söz, önceden birileri tarafından parsellendi. Bize farklı bakış açısıyla, başka bir dille anlatmak kaldı.

Hiç edebiyat dergisine gönderdiğin bir öykünün yayımlanmadığı oldu mu? Örneğin şu dergilere hiç öykü gönderdin mi: Notos, Kitap-lık, Öykü Gazetesi?

Oldu tabii. Olmaz mı? Yok diyen için üzülürüm çünkü o da bu sürece dâhil, bambaşka bir duyguyu barındırıyor içinde. Kendi adıma en başından beri işin içinde kaybetme duygusu da olmasaydı yaptığım şey bu kadar anlamlı olmazdı. Tabii ufacık da bir ek yapmak isterim, tadında olursa güzel oluyor o süreç de, hep reddedilmek de güzel değil.

Notos ve Kitap-lık dergilerinde birkaç kez şansımı denedim evet. Ama başarılı olamadım. Öykü Gazetesi’ne yollamayı düşündüğüm bir öyküm var ama nedense garip bir şekilde aylardır bekletiyorum.

İlk zamanlarda, yazmaktan vazgeçmeyi düşündüğün oldu mu?

İlk zamanlarda hiç olmadı. Aslında benim ilk zamanlar hiç yayımlatma derdim de olmadı. Ben başka var olma şekli bilmiyorum, desem abartmış olmam. Bu yüzden yazıyorum. Son zamanlarda ara ara yazmaya değil de yayımlatmaya çalışmaya küskünlüğüm oldu ama yine de vazgeçmedim. Daha doğrusu vazgeçemedim. Dedim ya benim başka şansım yok, böyle var olabiliyorum.

Bir yazar aslında hayatı boyunca temel bir derdi etrafında dolanır durur, ne yazarsa yazsın artık yazdıklarının belki de teması haline gelen o derdinden izler bulunur yazdıklarında, diye düşünenler var edebiyatta. Bunun hakkında ne düşünüyorsun? Eğer böyleyse, sence senin öykülerinde bu tema, “aile” olabilir mi? Genelde, anneanne, dede, baba figürleri öne çıkıyor yazdıklarında. İkili ilişkiler ve işyerinde yaşanabilecek hadiseleri ele aldığında bile bir yerden aile ile ilgili kapanmamış mevzular fışkırıveriyor sanki öykülerinin bir yerinden. Öte yandan ergenlik döneminde kız ve oğlan çocukları da öykülerinin birkaçında dikkat çekiyor. Yaşından belki de erken olgunlaşmış bu çocuklar. Ne dersin sence böyle bir tema çoğunlukla var mı senin öykülerinde?

Sanırım çözemediğimiz, bizi tekmelemeyi bırakmayan neler varsa dönüp dolaşıp onu yazıyoruz. Zaten tam manasıyla çözümleyebildiğim şeyleri yazmak sıkıcı ve bilmişlik taslamak gibi olurdu sanki. O manada ben de hala bilmiyorum ki neleri çözüp neleri çözmediğimi. Hatta bazen kim bilir belki de çözmeye yardımcı olsun diye bir içgüdü olarak yazıyorumdur diye düşünüyorum. Bu fikir zaman zaman hüzünlü gelse de, aslında hoş bir his. Sen söyleyince bir düşündüm de, harika bir gözlem yapmışsın. Gerçekten yayımlanan öykülerimin bir teması olacaksa “kapanmamış defterler, erken olgunlaşmak zorunda kalan karakterler” olabilirmiş. Bunun ne kadarının kişisel ne kadarının kurgu olduğuna gelirsek, bunu sanırım ben de zamanla çözeceğim.

Türkiye Hikâyelerini Anlatıyor isimli derleme Açık Radyo ve Boğaziçi Üniversitesi desteği ile kitaplaşacak diye duymuştum. İnternet üzerinden dinleyebildiğimiz bu derlemede senin de iki anlatın var. (“Eve Dönüş” ve “Sağlık Olsun”) Biraz anlatır mısın?

Türkiye Hikâyelerini Anlatıyor bence harika bir çalışma oldu. Türkiye hakkında sosyolojik veri deposu gibi bir yandan da. Hikâyeleri dinlerken fark ediyorsunuz, insanların en çok anlatmaya değer buldukları, içlerine yer eden şeyler nelermiş, hangi noktalarda kesişiyoruz gibi. Benim bu çalışmaya iki öyküm kabul edildi. Kendiminkiler de dâhil hemen hemen tüm hikayeleri her gün aynı saatte Açık Radyo’dan dinlemeye çalıştım. Apayrı bir keyifti sahiden. Kendi öykümü başkasından dinlemek o kadar heyecan verici ki anlatamam. Hele Tilbe Saran’ın harika sesi ve ustalıkla seslendirdiği öykümü dinlerken hissettiğim şeyler çok değerli. Yazma sürecine gelirsem, her iki hikâye için en zoru “ilk cümleydi”. Bir türlü anlatmaya başlayamadım gitti. En sonunda birine anlatır gibi yapıp, öykülerin başını ses kaydı aldım ve ilk cümleleri öyle seçtim. Sonra gerisi geldi.

Takip ettiğin edebiyat dergileri?

Varlık, Sözcükler, Karahindiba, Öykülem, Öykü Gazetesi, Notos, Kitap-lık ve altzine tabii ki.

En sevdiğin şairler?

Söylerken utanıyorum aslında ama şiirle Nazım Hikmet ve Turgut Uyar haricinde çok haşır neşir değilim.

En sevdiğin öykü yazarları?

Italo Calvino, Julio Cortazar, John Cheever, Vüsat O’ Bener, Fikret Ürgüp, Oğuz Atay, Yusuf Atılgan. Severek defalarca okuduğum, keşke bunu ben yazmış olabilseydim dediğim öyküleri var bu yazarların.

Erkek yazar diye bir deyiş yok ama kadın yazar diye dile yerleşmiş maalesef. Ben de pozitif ayrımcılık hissiyatıyla sormadan edemiyorum, sevdiğin kadın yazarlar kimler?

Kjersti Skomsvold, Mavis Gallant, Virginia Woolf, Ayfer Tunç, Leyla Erbil, Sevgi Soysal.

En son, hangi…

…oyunu izledin? Bir Delinin Hatıra Defteri – Erdal Beşikçioğlu
…filmi izledin? Black Mass - Scott Cooper
…kitabı okudun? Bahri Vardarlılar – Hacivat Seni Çağırıyor
…albümü aldınız/dinledin? Albüm almayalı çok oldu ama Savatage'ın Gutter Ballet isimli plağını alıp dinledim en son.
…konsere gittin? Metallica.
…sergiyi gezdin? Şimdinin Kırılganlığı – Zeynep Akgün / Sayat Uşaklıgil.

Son olarak, ilk kitabın yakında yayımlanacağı için heyecanını seninle paylaştığımı belirtmeliyim. Öncelikle tebrikler. Kitap dosyanın yayımlanmaya değer bulunması hissi, paha biçilemez bir his olmalı. Kitap dosyası oluşturmanın sence bir yazarı en çok zorlayan kısımları neler? Yayımlatabilir olduğuna inanarak farklı yayınevlerine göndermekte ısrar etmek? Yayımlanacağı kararı geldikten sonra dosyandaki öyküler arasında tema birliği sağlamak? Kitabın kapağına veya kitabın adına karar vermek? 

Dosyam 2015 Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’nden sonra kabaca hazırlanmıştı zaten. 2015’in Eylül ayından Aralık ayına kadar geçen sürede yoğun bir şekilde tekrar üzerinde çalıştım. Ardından ilk kez 2015’in Aralık ayında değerlendirilmesi için bir yayınevine gönderdim. Sonrası pek iç açıcı değil. Bekleyiş, red, bekleyiş, red derken, Yaşar Nabi Nayır için başka bir dosya hazırlamaya karar verdim, yeni öykülerimden bir dosya hazırladım. Yine dikkate değer bulundu bu dosyam da. Dosyayı düzenleyip tekrar sürece dahil oldum. Bir yıl boyunca hep 2015'in Eylül ve Kasım ayları arasında hissettiğim ve bir daha yaşayamadığım o hissi özledim. Bir bekleyiş olmadan öykülerimin üzerinde çalışabildiğim anları. Sonra tam da yazmaktan değil ama yayımlatmaya çabalamaktan vazgeçmek üzereyken, gönlümden en çok geçen yayınevi dosyayı kabul etti. İnanılmaz kibar, içten ve yardımcı bir ekiple yola koyulduk. Hızlıca devam ediyor süreç. Bu süreçte benim için en zoru kitap ismine karar vermek oldu sanırım. Zaten veremedim de, sonunda kitabın isim babası ben değil, birlikte çalıştığım editörüm oldu. Kitap çok yakında çıkıyor.

Yorumlar