Tiyatro Oyunu: Pandaların Hikâyesi
Oyun Atölyesi’nin 2012-2013 sezonu için hazırladığı tek perdelik yeni oyunu “Pandaların Hikâyesi”, izleyenlerine özenle hazırlanmış bir fantastik hikâye sunuyor.
Moda‘nın en sevdiğim mekânlarından birisi tam on üç yıldır orada dimdik ayakta duran Oyun Atölyesi. Bildiğiniz gibi, Anadolu yakasında yer alan özel tiyatro salonlarının sayısı çok az. Oyun Atölyesi, kışın bile yararlanabildiğimiz bahçesi ve Antre Cafe'si ile Moda’nın demirbaşlarından birisi. Sadece tiyatro oyunu izlemek için değil, bazen sadece kahve içmek ve sohbet etmek için güzel bir buluşma noktası.
Oyun Atölyesi’nde 2008 sezonundan beri devam eden Testosteron’da gülmekten kırılmış, bir önceki sezon İstanbul’da ve Londra’da Sheakspeare’s Globe Tiyatrosu’nda oynanan Antonius ve Kleopatra’da hayran hayran hayallere dalmıştık derken bu güzel oyunlara yeni bir oyun daha eklendi: Pandaların Hikâyesi. Oyunun asıl adı, anlamını oyunun sonunda fark ettirecek olan, Frankfurt’ta Kız Arkadaşı Olan Bir Saksafoncu Tarafından Anlatılan Pandaların Hikâyesi. Oyunun yönetmeni Kemal Aydoğan, oyunu çeviren Omid Darvishi, oyuncuları ise Ebru Özkan ve Caner Cindoruk. Oyunun sade ama bir o kadar da oyuna yakışan sahne tasarımını Bengi Günay, animasyonlarını Mertcan Mertbilek ve Hande Öztürk, ışık tasarımını İrfan Vanlı, müziklerini ise Tolga Çebi hazırlamış.
Oyunun yazarı Matei Visniec Romanya’da doğan, Paris’te yaşayan felsefeci, gazeteci, şair ve yazar. Oyunda felsefe ile birlikte ezoterizm, kuantum ve zen öğretilerine ilişkin öğelere yer verilmiş. Dolayısıyla tür olarak, geleneksel tiyatro anlayışından epey farklı. Oyunda elma, ağaç, gök, kuş, kafes, saat, telesekreter, mum, saksafon, şarap, “a” sesi ile anlaşmak, dil, zaman, uçmak ve sayılar gibi bazı sembollere yer verilmiş.
Oyunun ilk sahnesi bir kadın ve bir erkeğin aynı yatakta uyanması ile başlıyor. Erkek (Caner Cindoruk) önceki gün ve yanında yatmakta olan kadın ile ilgili pek bir şey hatırlayamıyor. Kadın (Ebru Özkan) ise son derece pozitif. Kadın tam dokuz gece, erkek ile beraber olacağına söz veriyor ve her bir gece farklı sembollerle geçen akşamlar geçiriyoruz hep birlikte. Oyun boyunca kadın, masal anlatıcısı lezzetindeki ses tonu ile içimize işleyen cümleler kuruyor. Dokuz gece anlatılırken, bir geceden diğer geceye geçiş sırasında sahneye yansıtılan semboller de ilgi çekici. Semboller yansıtılırken, her seferinde farklı bir alfabe kullanılıyor.
Ezoterizm, “sır” kelimesine karşılık geliyor. Genel olarak kullanılma amacı ise semboller aracılığıyla bazı kimselere öğretilmeye veya sadece o kimseler tarafından anlaşılmaya çalışılan gizli öğretiler anlamına geliyor. Sembolizmde dokuz sayısı “yarım kalmış işleri tamamlamak, ışıma, bilgelik kazanmak, sonlandırmak, mücevher, doğmuş olmayan, erişilmez, kutsal ana, tanrı, mars enerjisi, beden, doğum” anlamına geliyor. İşte oyunun sonunda meydana gelen son ya da başlangıç, her nasıl tanımlarsanız, sayı sembolizmi aracılığıyla ifade ediliyor.
Dokuz gece anlatılırken, oyunculardan Ebru Özkan’ın rolü sebebi ile oyunu sırtlayan yanı, sesinde sonsuz huzur olarak izleyicilere yansıyor. Özellikle Caner Cindoruk ile olan “a” sesi ile konuşmak sahnesi (üstte soldaki sahne) hiç bitmesin istiyoruz. Caner Cindoruk sayesinde tekrar anımsıyoruz ki, aslında konuşmadan anlaşmak pek de zor değil. Belki de çok konuştuğumuz ama konuşurken hissetmediğimiz için çıkıyor hayatlarımızdaki karmaşalar.
Oyunda kafesler var, içinde kuşların çoğaldığı. Komşular var, aynı apartmanda yaşayan ama yıllardır birbiriyle hiç karşılaşmamış olan. Charles Baudelaire şiirleri var. Erkeğin aslında ezbere bildiği, fakat bildiğinin bile farkında olmadığı. Aynı metni Kemal Aydoğan yerine başka bir yönetmen hazırlasaydı, oyuncuları ise Ebru Özkan ve Caner Cindoruk olmasaydı bu kadar etkili olur muydu, emin değilim. Kemal Aydoğan’ın yenilikçi dokunuşları ve oyuncuların performansları, özellikle de seslerini kullanış şekilleri, oyunu bir katmandan başka bir katmana taşıyor. Özellikle son sahnedeki animasyonların da etkisi ile sanki “son”u hep beraber yaşıyoruz, bir “an” olsun Ebru Özkan’ın sesi ile rahatlıyor, düşüncelerimizden arınıyor, kendimizi “a”lar ile ifade edebilir kılıyoruz.
Son olarak önemle eklemek isterim ki, oyuna gitmeden önce oyun ile ilgili az da olsa bilgi sahip olmanın bu oyun açısından ayrı bir önemi var. Sizin için sembolizm, reenkarnasyon, sayılar, doğmak, ölmek kavramları üzerinde oynanabilir kavramlar değilse; kısa bir genel araştırma yapıp, konuya göz gezdirmekte fayda var. İç dünyamızı keşfetmeye bir adım olsun yaklaşmak için çaba göstermek ister misiniz? Neyiz? Kimiz? Var mıyız? Yok muyuz? Oyunun sonunda, belki siz de kendinizi Frankfurt’ta kız arkadaşı olan bir panda olarak hayal edeceksiniz.
çok güzel bir yazı; oyunu çok güzel anlatıyor. elinize, aklınıza sağlık..
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, bunu sizden duymak kendime "Daha çok yazmaya çalışmalısın." dedirtiyor.
YanıtlaSil