2011 Film Ekimi
Film Ekimi'nin onuncu yılında filmler arasından sadece üç tanesini seçip izleyebildim. Tehlikeli İlişki şu anda Türkiye'de gösterime girmiş bile. Bu sebeple her üç filmi birden kısaca not edeyim istedim.
The Melancholia (directed by Lars von Trier)
Filmi seçme sebebim: Tabii ki, filmin yönetmeni. Nazilere kendisini yakın hissettiğini söylemesi sonrasında Cannes Film Festivali'nde yer almayan yönetmen bence bu fikirlerine rağmen bir dahi olarak nitelendirilebilir. Bu filminden önce Manderlay ve Dogville'i izlemiş ve beğenmiştim.
Yorum: Film iki bölümden oluşuyor. Her bölümde kardeşlerden birinin gözünden bakıyoruz olanlara. Dünyaya çarpacağı iddia edilen bir gezegen söz konusu. Evlilik, depresyon ve dünyanın sonu gibi çok temel konulara farklı bakış açılarıyla yaklaşılmış. Sadece sinematografik değil aynı zamanda senaryo kurgusu bakımından da çok derinlikli ve ince elenip sık dokunmuş bir film. Son derece etkileyici. Çok beğendim şeyler hakkında yorum yapmak hep en zorudur dolayısıyla filmin etkisinden kurtulmanın çok kolay olmadığını söyleyemekle yetinmeliyim.
Trier'in Justine'in elinde buket ile yukarıda gördüğünüz fotoğrafında, 1852 tarihli Ophelia isimli John Everett Millais tablosundan esinlenildiği görülüyor. Sanatlararası etkileşimin açık bir örneği.
A Dangerous Method (directed by David Cronenberg)
Filmi seçme sebebim: Filmin Sigmund Freud ve Carl Jung arasındaki çekişme ile olduğunu biliyor olmam.
Yorum: Modern psikoanaliz metodları üzerine tartışmalar enteresandı ancak yine de, haddim olmasa da, senaryoya müdahale etmek istedim.
Film Christopher Hampton'ın "The Talking Cure" isimli oyununu temel almakta. (Oyun sonradan John Kerr'in "A Most Dangerous Method: The Story of Jung, Freud, and Sabina Spielrein" isimli kitabına temel oluşturmuş.) Hikâye, Jung'un (Michael Fassbender) hastası Sabina (Keira Knightley) ile iletişim kurmaya çalışması ile başlıyor. Sonrasında Jung'un Freud (Viggo Mortensen) ile tanışması ile olaylar gelişiyor. İlk başta sadece Sabina'nın ruhunun incelikli noktalarını anlayacağımızı zannederken, kendinizi Jung'u anlamaya çalışırken buluyoruz.
Filmin cinsel özgürlüğe, çok eşliliğe ilişkin olması güzel, filmi bir yandan da vurucu yapan öğelerden bazıları bunlar. Ancak senaryosuna müdahale etme istiyor oluşumun ilk sebebi psikoanaliz hakkında temel bir kaç bilgiyle izleyenleri tanıştırmıyor oluşu. Az da olsa filmin buna ihtiyacı var. İkincisi ise bazı şeyler eksik kalmış gibi. Örneğin mazoşizm ile ilgili yorumlar hiç yer almıyor, oysa filmde baskın durumlardan birisi. İkinci örnek rüyaların yorumu. Jung'un rüyası ile ilgili vapurda Jung-Freud konuşması var, ama daha ötesi de olsun istiyor insan. Rüyaların yorumlanması psikanalizmde önemli bir konu olmalı ve insanların çoğunda fazlasıyla merak uyandırabilecek bir alan. Fakat yine eksik kalıyor film bu açıdan.
Sabina'nın, Jean Piaget and Melanie Klein'ı etkilemesi ve Rusya'ya da psikanalizmi tanıtması bakımından önemli rolü olduğuna ilişkin görüşler de mevcut. Konuyla ilgili bir araştırma yapmamış olduğum için bu kısımlarda sadece bir şeylerin eksik kalabilmiş olmasını söylemekle yetinmem gerekiyor.
Sabina'nın, Jean Piaget and Melanie Klein'ı etkilemesi ve Rusya'ya da psikanalizmi tanıtması bakımından önemli rolü olduğuna ilişkin görüşler de mevcut. Konuyla ilgili bir araştırma yapmamış olduğum için bu kısımlarda sadece bir şeylerin eksik kalabilmiş olmasını söylemekle yetinmem gerekiyor.
Oyunculuklarda Fassbender ve Knightley'i özellikle beğendim. Fassbender ayrıcalıklı bir noktaya taşımış oyununu ancak senaryoda buna izin verilmesi de kendisine yardımcı olmuş... Fakat sonuç olarak filmin derine inememiş olması büyük bir eksiklik. Yine de aklımda yer ettiğini söyleyebilirim.
Not: Yazıdan sonra konu ile ilgili detaylı bir kitap okumanın ilginç olabileceğini düşündüm. Henüz okumadım ama Engin Geçtan'ın "Psikanaliz ve Sonrası" isimli kitabını okumayı planlıyorum. İlgilenenler için: http://www.metiskitap.com/Catalog/Book/4591.
Le Skylab (directed by Julie Delpy)
Filmi seçme sebebim: Julie Delpy'i severim, hem oyuncu olarak (örneğin "Before Sunrise" ve "Before Sunset") hem de "Two days in Paris" filmindeki yönetmenliğini ve o filme benzer bir film ile karşılaşacağımı düşünmem.
Yorum: Film çok iyi değildi, ama kalbime dokunan bazı sahnelerinin yanında komik olan bazı sahnelerinin de var olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Küçük kız ve kızın hayata bakışı dokunaklı olmakla birlikte, ikinci yarıda ailenin bazı durumlarının biraz abartılı olduğunu düşünüyorum. Yine de hoşça vakit geçirmedim diyemem.
Yorumlar
Yorum Gönder
Yorumunuz için teşekkür ederiz. Yazar tarafından yorumunuz onaylandıktan sonra yayımlanacaktır.
Thank you for your comment. It will be published upon approval by the author.